İnsan...

Yazıma bir hikâye ile başlamak istiyorum, çünkü anlatmak istediğimi çok güzel özetlemiş.

Yaşlı Kızılderili reisi kulübesinin önünde torunlarıyla oturmuş, az ötede birbirleriyle boğuşup duran iki köpeği izliyordu.

Köpeklerden biri beyaz, biri siyahtı ve on iki yaşındaki çocuk kendini bildi bileli o köpekler dedesinin kulübesi önünde boğuşup duruyorlardı. Dedesinin sürekli göz önünde tuttuğu, yanından ayırmadığı iki iri köpekti bunlar. Çocuk, kulübeyi korumak için biri yeterli gözükürken niye ötekinin de olduğunu, hem niye renklerinin ille de siyah ve beyaz olduğunu anlamak istiyordu artık. O merakla sordu dedesine. Yaşlı reis, bilgece bir gülümsemeyle torununu sırtını sıvazladı.

"Onlar benim için iki simgedir evlât" dedi. "Neyin simgesi?" diye sordu çocuk.

"İyilik ile kötülüğün simgesi. Aynen şu gördüğün köpekler gibi, iyilik ve kötülük içimizde sürekli mücadele eder durur. Onları seyrettikçe ben hep bunu düşünürüm. Onun için yanımda tutarım onları."

Çocuk sözün burasında, mücadele varsa kazananı da olmalı, diye düşündü ve her çocuğa has bitmeyen sorulara bir yenisini daha ekledi:

"Peki, sence hangisi kazanır bu mücadeleyi?" Bilge reis, derin bir gülümsemeyle baktı torununa ve, "Hangisi mi evlât? Ben hangisini daha iyi beslersem o!" dedi.’’

İnsan iç dünyası iki yönlü bir varlıktır. Biri aklın, vicdanın, merhametin, adaletin, maneviyatın, insanlığın olduğu yapıcı-yararlı tarafı. Diğeri ise şehvetin, nefsin, öfkenin, kinin, menfaatin, maddiyatın, hayvanlığın, şeytanlığın olduğu yıkıcı-zararlı tarafı.

Günümüz dünyası ürettiği argümanlarla insanın maddi-hayvani tarafını sürekli beslemekte ve bunun neticesinde de insan menfaatçi, adaletsiz, bencil, maddeci bir hale gelmektedir. İnsanın insani-manevi yönü güdük kalmaktadır. Hayvani-şeytani yönü insani yönünden daha çok beslenen insan yeryüzünde menfaatleri söz konusu olduğunda başkalarına zarar vermekte, kazanacağı 3-5 kuruş için ortalığı ateşe vermektedir. Yaşadığımız günümüz dünyasını takip eden, vicdanı ve insanlığı ölmemiş her birey de bunun sonuçlarının yansımalarını görmektedir.

Peki, ne yapmalıdır? Nefsimizi öldürelim mi, bazılarının dediği gibi!

Ben Allah’ın öldürülecek bir şeyi insanın yapısına koymaz diye düşünüyorum. Her şeyi yerli yerine koymak gerekir ki gerçek faydasını görebilelim. İnsanı bir arabaya benzetirsek, insanın nefsi arabanın motoru-itici gücüdür. İnsanın akli-insani yönü ise arabanın direksiyonu-kontrol sistemi gibidir. Direksiyon hâkimiyeti olmayan ve güçlü bir motora sahip araba etrafına ve kendine zarar verir. Motoru olmayan veya güçsüz olan araba da yol alamaz.

Yapılması gereken insanın insani-vicdani tarafını beslemek ve geliştirmektir. Yani hikâyeye dönersek beyaz köpeği beslemektir. Peki, beyaz köpeğin neyle besleyeceğiz. Okuyarak(Hayatı, Kitabı), düşünerek(dünyayı/ahireti), adaletsizliklere ses çıkararak, vicdanımızın üzerindeki kirleri temizleyerek (tövbe), Allah ile bağ kurarak (ibadetleri yaparak), paylaşarak(malı-ilgiyi-sevgiyi), merhamet ederek(insana/varlığa), iyilik ederek.

Anladık mı acaba, oruç bizim hangi tarafımızı besliyor? Açlık, neremizi doyuruyor?

YORUM EKLE

banner83

banner184