İnsanın değeri, taşıdığı bedenin sağlamlığıyla değil, gönlünde taşıdığı imanla ve yüreğinde yeşerttiği merhametle ölçülür. Kur’an, insana kıymeti engeline, malına ya da makamına göre değil; Allah’a yakınlığına göre verir.
Çünkü Allah katında üstünlük yalnızca takvadadır. İşte bu hakikat, engelli olsun ya da olmasın her bireyin toplumsal ve dinî yaşamda eşit bir değer taşıdığını bize öğretir.
Asırlar öncesine gidelim… Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’in dönemine.
O dönemde görme engelli Abdullah bin Ümmü Mektum, İslam toplumunda en ön safta yer almış, Peygamberimizin yokluğunda Medine’de müslümanlara vekâlet ederek namaz kıldırmıştır.
O, bir engelli değil; ümmetin kıymetli bir değeri olarak görülmüştür. Bu örnek bize şunu haykırır: Engellilik, bir eksiklik değil; toplumun kalbine hikmet katan, ufkunu genişleten bir zenginliktir.
Allah Resulü, hiçbir engelli sahabeyi geri plana itmedi. Bilakis onları toplumun merkezine aldı, görevler verdi, onlara değer verdi. Çünkü biliyordu ki asıl görmeyen göz değil; görmeyen kalptir.
Asıl tutmayan el değil; merhametsiz eldir. Asıl yürüyemeyen ayak değil; doğru yolda yürümeyen iradedir.
Bugün bizler modern şehirlerde yaşadığımızı iddia ediyoruz. Betonlar yükseliyor, teknolojiler gelişiyor, imkanlar çoğalıyor…
Peki ya vicdanımız yükseliyor mu? Merhametimiz gelişiyor mu? Engelli kardeşlerimiz için açılan bir yol, yapılan bir kaldırım, sağlanan bir fırsat yoksa, o şehir ne kadar modern olursa olsun eksiktir.
Çünkü bir toplum, en zayıf halkasına verdiği değer kadar güçlüdür.
Unutmayalım ki sağlık da, engellilik de, ömür de Allah’ın takdiridir. Bugün koşan yarın yürüyemez, bugün gören yarın göremez, bugün konuşan yarın susmak zorunda kalabilir.
Hayat imtihandır; her an değişebilir. İşte bu yüzden hiçbir insanı hor görmek, engelliliği bir kusur gibi görmek bize yakışmaz. Çünkü kusur bedende değil, gönülde başlar.
Peygamber Efendimiz buyuruyor: “Yaşlıya hürmet eden gence, Allah da hizmet edecek kimseler yaratır.” Bu söz aslında bütün toplumların ölçüsünü ortaya koyar.
Yaşlıya, engelliye, kimsesize el uzatmayan bir toplumun vicdanı körelmiş, kalbi kurumuştur. Oysa ki engelli bireylerle aynı sofraya oturmak, aynı yolu paylaşmak, aynı sevinci ve hüznü paylaşmak bir insanlık şerefi, bir İslam ahlakıdır.
Nice engelli vardır ki, Allah katında derecesi çok yücedir. Nice sağlıklı insan vardır ki kalbi boş, ömrü hüsranla doludur. O yüzden engellileri dışlamak değil, onlarla birlikte yaşamı paylaşmak bize değer katar.
Onların sabrı bize öğüt, onların mücadelesi bize ilham, onların varlığı bize umut olur.
Bugün hepimize düşen, engellilere uzanan bir el olmak, karanlıkta yol gösteren bir ışık olmak, kalplerinde açan bir umut olmaktır.
Çünkü unutmamalıyız ki insan, bir gün gücünü kaybettiğinde aslında en çok ihtiyaç duyduğu şey saygıdır, merhamettir, sevgidir.
Engellilik, Allah’ın bir imtihanıdır; asla bir mahrumiyet değil, bir şeref vesilesidir.
Onlarla birlikte yaşamak, bir görev değil; bir insanlık borcudur. Eğer biz bu borcu ödersek, hem bu dünyada huzuru buluruz hem de ahirette Allah’ın rahmetine kavuşuruz.


