Oturmaya mı Geldik...

Hırs, insana göre değişen, seviyeyi ayarlayabilenler için iyi ve yararlı, ayarlayamayanlar için ise hem kendine hem de başkalarına kötü etkili ve çok tehlikeli bir duygudur.

İnsanların, özellikle makam ve mevki konularında, gelmek istedikleri konumdan ziyade o konumlara geldikten sonra yapmak istedikleri çalışmaların hırsını yapmalarının gerektiğini düşünüyorum.


Yoksa, neresi olursa olsun, aldığın vazifenin hakkını veremedikten sonra,
BU YALAN DÜNYAYA BAŞKAN OLSAN NE YAZAR, SULTAN OLSAN NE YAZAR...

Derdi hakkıyla hizmet etmek olanın gözü eğlenmekte,  gönlü yerinde olmaz, derler büyüklerimiz.


Yıllar önce, 1994 yılında, aile dostumuz olan İbrahim abi aracılığıyla İstanbul Büyük Şehir Belediyesi'nde işe girdim.

Girişimin yapılması için personel servisine evraklarımı teslim ettim ve o bölümdeki memur iki bayan arkadaşın odasında, müdürden imzadan çıkacak onayı bekliyordum.

Bayan memur, müdürün çağırması üzerine yerinden kalktı ve elinde benim evraklarımla odaya geri geldi.


"Hayırlı olsun arkadaşım. Onayın verildi" dedi.


Ben de gülümsedim.


Bayan elindeki evraklarıma göz gezdirirken, 
"Bilgisayar biliyorsun, ingilizce var ve matematik mezunu. Hımmm. Doğrusu bu kapasitede pek memurumuz yok. Seni hangi birime verecekler merak ediyorum. Birimlerde de ihtiyaç kalmadı gibi" deyince, şaşırdım.

"Onayım verildiğine göre bir yer düşünülmüştür her halde" dedim.


Bu arada içeriye, bana aracı olan İbrahim abi girdi.


Kızlara, "Ne oldu?" diye sordu, evrakları göstererek.


Kızlar da onaylandığını söylediler.


Sonra beraber, yönetim binasının olduğu yere gittik.


İbrahim abi, bana beklememi söyledi ve muhasebe müdürünün odasına girdi.


10 dakika sonra odadan çıktı. Sinirli sinirli "gel" diye bana işaret etti.

Peşine takıldım ve tekrar personel biriminin olduğu binaya gittik. İbrahim abi müdürün kapısını çaldı ve beraber içeri girdik.

İbrahim abi, 
"Müdürüm, muhasebe yerimiz yok diyor. Diğer birimlerde de yer yoktu. Ne yapacağız?" diye sordu.

Personel müdürü de, "Muhasebede yer vardı. Sorarım ben ona" diyerek telefonu eline aldı.

Telefonda muhasebe müdürü ile küçük bir tartışma yaşadılar ve personel müdürü de sinirli sinirli telefonu kapattı.

Ben olanları sadece izliyordum.


İbrahim abi bana dönerek, "
Sen biraz dışarda bekler misin?" deyince memur kızların yanına gittim.

Ve beklemeye başladım. Ama kısa sürdü. İbrahim abi müdürle beraber yanıma geldiler.


İbrahim abi, 
"Hiç santral kullandın mı?" dedi.

"Kullanmadım" dedim.


"Olsun. Ben sana şimdi nasıl kullanıldığını öğrettireceğim. Seni santral memuru yapacağız. İster misin?" diye sordu.


"Ben çabuk öğrenirim abi. Sorun değil. İş iştir. Seni mahçup etmem" dedim.


İbrahim abi de gülümseyerek, 
"Biliyorum zaten. Hadi gel şimdi benimle" dedi ve yine beraber idari binaya gittik.

Binanın içindeki koridorun en sonunda küçük bir odanın önüne geldik.

İbrahim abi bana beklememi işaret etti. Pazarlama biriminden Nuran hanımla birlikte yanıma geldiler.

Santraldaki bayana çıkmasını ve benim o kızın oturduğu koltuğa oturmamı, söylediler.

Nuran hanım, santral makinesinin nasıl kullanıldığını detaylarıyla anlattı. Kolaydı ve çabuk kavradım.

Sonradan öğrendiğime göre, muhasebe müdürü önceki dönem partiden kalan müdürmüş.


O yıl, İstanbul u ilk defa Refah Partisi almıştı ve Recep Tayyip Erdoğan Belediye Başkanı seçilmişti.


Belediye de düzen oturtulmaya yeni başlandığından ve İbrahim abi de yeni partiden olduğu için bu müdür gıcıklığına beni almamış.


İbrahim abi nin ısrarı da, benim başarılı ve faydalı olabileceğime inandığı ve bu bölümde benim gibi birine ihtiyaç olduğunu bildiği için olmuş.


Muhasebe müdürünün inadı da kendi birimi tamamen eski ve kendi elemanlarından olduğundan yeni birini birime sızdırmamak.


Zaten sonra ne müdür kaldı yerinde ne elemanları.


Düzen oturtulana kadar üç ay santralde çalıştım.


Benim felsefemde, ne iş olursa olsun hakkını en güzel, en kaliteli şekilde vererek ve o işi geliştirilerek yapmak vardır.


Bu sebeple hangi birimde çalıştığım değil, verilen vazifeyi nasıl yaptığım önemlidir.


Üç ayda santralde kayıtlar konusunda yapılmamış bir çok eksiklikleri gidermek için, molalarda arkadaşların bilgisayarından kendi çizdiğim tablotik belgelerle, sistemli bir şekilde tutulmasını sağlayan defterler oluşturdum.

Benden önce bakkal defteri gibi tutulan defterleri de arşive kaldırdım.

Sonuçta idari binanın tüm birimlerinin müdürlükleri bu santrale bağlıydı.

Santral memuru bir nevi tüm müdürlerin sekreteriydi ve aranılan ve aranan kayıtların tek tek tutulması önemliydi.


Yani bu durumda santral deyip geçmemek gerektiğini, üç ayda ispat ettiğime inanıyorum.


Çünkü, genel müdürün dikkatini çekmiştim.


Düzenlemeler bitince beni santralden alarak Satın alma birimine geçirdiler.


Birimde üç masa vardı ve ben dördüncü memurdum. En son gelen ben olduğum için ayakta kalan ben oldum.


Dedim ya, oturmak önemli değildir benim için. Hırsım hep işime olmuştur.


İki ay oradaki memurlar bana klasörleri arşive getir götür yaptırdılar. Ayak işlerini yaptım. Arşivi düzenledim. Kendi yöntemlerimle bir çok düzenlemeler yaptım çünkü, aranılanın asla kolay bulunamayacağı bir haldeydi.


Gelen atılmış, klasörler karma karışık ve kayıt diye bir şey yoktu.


Sonra birimdeki Göksel adındaki bayan arkadaşın çocuğu hastalandı ve izin aldı. Bu arkadaşın görevi, müdüre günlük raporları düzenleyerek sunmaktı.


Bayan arkadaş gidince, ertesi sabah müdürümüz odaya gelerek, 
"Esma hanım bugünkü günlük rapor nerede? 10 dakikaya bekliyorum, Toplantıya gireceğim" diyerek yüzüme bakınca ne cevap vereceğimi bilemedim.

Müdür bey zaten lafını söyledi gitti.


Diğer arkadaşlar kıkırdayarak bana baktılar.


Hiç bozuntuya vermedim ve giden bayanın masasına oturdum.

Bilgisayarı açtım ve masaüstünde günlük rapor klasörünü buldum.

Klasörün içeriğine baktım ve kendi düzenlemelerimi de yaparak o günün günlük raporunu çıkardım.

Aldım raporu müdür beyin odasına gittim ve teslim ettim.


Müdür bey hazırladığım rapora baktı.

"Hımm. Değişik ama daha güzel olmuş. Teşekkür ederim" dedi.

Bir hafta günlük raporları ben hazırlayıp müdür beye sundum. Ama kendime göre değiştirerek.


Müdürüm memnun kaldı ki, yapmış olduğum değişikliklere hiç ses çıkarmadı.


Bir hafta sonra arkadaş geldi ve ben yine ayakta kaldım.


Bayan arkadaş kendi eski raporunu çıkardı ve müdür beye götürdü.


Ben onun hazırlamış olduğu klasörleri aynen bırakmıştım.


Kendi hazırladıklarımı da nasıl olsa aklımda olduğu için sildim.


Bayan arkadaşın kendi raporunu götürmesiyle geri gelmesi uzun sürmedi.


Yanıma gelerek, 
"Esma hanım, Kemal bey sizin hazırladığınız gibi istiyor raporları ve hazırlayıp sizin teslim etmenizi bekliyormuş" dedi.

Onun, bunları söylerken surat ifadesini hiç unutmuyorum.


Bana ayak işlerini yaptırırken tavırlarını ve alaycı bakışlarını da hala unutamıyorum.


"Tamam" dedim.


Oturdum masasına ve raporu hazırlayarak, çıktısını aldım ve müdür beye götürdüm.


İki yıl içerisinde satın alma ve pazarlama biriminin tek memuru olarak görev yaptım.


Ve oturmaya gelenler gitti. Çalışmaya gelerek mücadele verenler kaldı.


"Ya bu deveyi güdeceksin. Ya bu diyardan gideceksin" misali...


Uzun bir yazı oldu.


Umarım sizleri sıkmamışımdır.


Niyetimiz faydalı olmak adına...


Gideceğimiz kesin, zaman belli değildir.


Ne iş yaparsak yapalım hakkını vererek ve hep geliştirerek yapalım ki ardımızda bir dua kalsın.


"Ben bir kulum" diyenin de bu dünya için "homini gırtlak, tumba yatak" deme rahatlığı olmadığını bilmesi gerekir.


Sağlığımız el verdiği sürece, oturmaya, yatmaya, hele hele önemli vazifeleri aldığımız halde sefasını sürmeye, rahatını seçmeye gelmedik.


İnsanların amacı bu doğrultuda olduğu sürece üstesinden gelinemeyecek bir görev ve başarılamayacak bir başarı düşünemiyorum.


Bu bilinçle çalışan ve mücadele veren yönetimlere ihtiyacımız var.


O koltuklara oturmaya gelmedik...


Allah'a emanet olun...

YORUM EKLE

banner83

banner184